∞ ZAMAN ∞
Bursa Dağakça köyünde 1983 yılında dünyaya geldi. İki odalı kerpiçten sobalı bir evde iki erkek ve bir kız kardeşiyle birlikte büyüdü kardeşlerinin yaşça en küçük olanıydı. Annesini tanıma fırsatı hiç olmadı. Annesi doğumu sırasında vefat etmiş, onu sütannesi büyütmüştü.
Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş; Yerde çıplak bir gömlek, korkusundan dirilmiş. Sütbeyaz duvarlarda çivilerin gölgesi, artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi…Yatıyor yatağında dimdik, upuzun, ölü; üstü, boynuna kadar bir çarşafla örtülü.
Sütannesi kısa boylu kilolu köyün diğer kadınlarına kıyasla güzel denemeyecek bir yüze sahipti. Babasının işte olduğu zamanlar ona hep o bakardı eli çok lezzetliydi, ne kadar zaman geçerse geçsin yaptığı kuru fasulyeyi asla unutamazdı hatta onun fasulyesine benzer bir fasulye bulabilmek için girdiği her lokantada imkânı varsa mutlaka fasulye de yerdi. Annesinin yokluğunu hep onun sayesinde unuttu.
Babası siyah kömür saçlı elmacık kemikleri belirgin, çenesi gerilmiş bir yay, gözleri keskin ve merhametli bakışlarına istiridye misali kılıf görevi görürdü. Uzun boyluydu, omuzlarına iki çocuğu sığıyordu, babasının omuzlarında az gitmemişti köyün camisine. Kuvvetini hep annesinin pekmezlerinden bilirdi babası. Köyün müezziniydi, Köyde yardım etmediği hayır duasını almadığı kimse yoktu. Eğitimini eski zamanlarda köyün imamı olan Derviş Rahmet dededen aldığını söylerdi “Allah beni kurtarmak için dervişi benim karşıma; dervişi imtihan için beni onun karşısına çıkardı” derdi hep. altı yaşından sonra neredeyse her sabah babasıyla birlikte caminin yolunu tutmaya başladı. Babası onu her camiye götürdüğü vakit şairin sözlerini yinelerdi
“Bursa'da bir eski cami avlusu, küçük şadırvanda şakırdıyan su; Orhan zamanından kalma bir duvar...Onunla bir yaşta ihtiyar çınar, Eliyor dört yana sakin bir günü. Bir rüyadan arta kalmanın hüznü, içinde gülüyor bana derinden. Yüzlerce çeşmenin serinliğinden, ovanın yeşili göğün mavisi, ve mimarîlerin en ilâhisi.”(Bursada Zaman,Ahmet Hamdi Tanpınar)
Hala daha babasının bu şiiri neden sürekli okuduğunu düşünüp bir anlam bulmak için uğraşıyordu. Çocukluğunda bütün köy halkı ona çok iyi davranmıştı. Herkesin gözlerindeki merhametli bakışın içindeki acınma duygusuna yenik düşmediği vakitler onun için hep mutlu geçmişti. Bütün köy halkı ona annesinin yokluğunu hissettirmemeye çalışmış olsada anne şefkatinden yoksun büyümüştü. Okulda, evde, mahallede, pazarda annesinin yokluğunu hissettirecek bir olay her zaman oluyordu. Böyle zamanlarda öfkesini kontrol edemiyor, ellerini tırnakları avuç içini acıtana kadar sıkıyordu. Bu öfkesi biraz annesine, biraz babasına ve çoğunlukla kendisineydi. Annesi onu doğururken ölmüş kardeşleri de annesiz büyümek zorunda kalmıştı. Annesinin yokluğunu sürekli başka şeylerin varlığıyla örtmeye çalışmış. Mahallede topu, bisikleti ve ayakkabıları; evde oyuncak arabaları ve bağlaması… Annesinin yerini sürekli maddi şeylerle doldurma çabası onu isyankâr ve düşüncesiz birisi haline getirmiş. Ortaokulda mesleklerin hayatı nasıl etkilediğini fark etmiş ve artık babasının maaşının kendisine yetmediğini düşünmeye başlamıştı. Sürekli yeni şeyler almak için babasıyla kavga eder olumsuz bir cevap aldığında, yine babasını suçlamaya başlardı.
İnsanlar da ağaca benzer; ne kadar yükseğe ve ışığa çıkmak isterse o kadar derin kök salar yere, aşağılara, karanlığa, derinliğe, kötülüğe.(Nietzche)
Annesiz büyümesinin karşılığı olarak kendini her şeyin en iyisine ve en güzeline layık görmüştü hep. Liseye gitmek isteyip de babasının reddetmesi onun için bardağı taşıran son damla olmuştu. Yaşadığı her şeyin boşa olduğunu düşünmüş on sekiz yaşına geldiğinde ise babasıyla yaptığı bitmek bilmez kavgalara, ahalinin aşağılayıcı bakışlarına dayanamayıp köyü terk etmeye, daha önce adını sürekli duyduğu ama bir türlü cesaret edemediği o dünyaya, şehre, gitmeye karar vermişti.
Hayatta sürekli savaşması gerektiğini çocuk yaşında öğrenmişti. Şimdi sadece iki buçuk saat kalmıştı, karnını doyurmalı, biraz vakit geçirmeli ve dönüp yarım kalan işi tamamlamalıydı.
今
Comentarios