Altıparmak Caddesinde yürümeye başladı çiçekçiler, gelinlik mağazaları, tekeller… Tam bu esnada balıkçıların sesine ezanın sesi eşlik etmeye başladı. Yürürken, kocaman renkli tabelalar arasına sıkışmış, sanki geçmişin bütün ağırlığını omzunda taşıyormuş gibi, yorgun camlarla sokağa bakan bir esnaf lokantası gördü. Vitrini çerçeveleyen boyası gelmiş demir çitler, lokantanın bütün yükünü sırtlıyorlarmış edasıyla dimdik yoldan geçenlere kendilerini göstermeye çalışıyordu. Belki hayatı boyunca hiç yapmadığı bir değişiklik yapmak istedi adam. Bugün onun hayallerine ulaşamadan geçirdiği son günüydü. Bir daha ne zaman gelirdi buralara, bir daha gelse bile dönüşen kentin bu saf restoranı burada olabilir miydi? Yanında da kimse yoktu, arkadaşları onu bu dökülen eski lokantaya girerken görse bir hafta dalgasını geçerlerdi. Biraz tereddüt etsede girmeye karar verdi, en fazla peçeteliklerin kenarlarındaki kalıplaşmış pisliklerden iğrenerek çıkardı. İçeri girer girmez burnuna çok keskin sarımsak ve onu bastıran yağ kokusu geldi. Menüyü istemesine gerek yoktu kuru fasulye, pilav, işkembe çorbası, mercimek ve ciğer hepsinin belirgin kokuları ilk dakikadan burnunun direğine yuva yapmıştı. Ahşap üstüne cam levha konulmuş, levha ile cam arasına da çeşitli danteller ve ülkenin çeşitli doğal güzelliklerinin bulunduğu kenarları sararmış fotoğraflar yerleştirilmiş masaya geçti. Sandalyelerin alt ve sırt kısmında kahverengi minderler vardı. Sandalyedeki her hareketinde bağlantı yerlerinden gıcırtı sesleri geliyordu. Kaç senelikti acaba bu sandalyeler, beş on belki de on beş… Göbekli, kısa saçının tepesi kel olan, elli elli beş yaşlarında bir garson geldi masaya. Sokak jargonunun kibarlığıyla siparişini sordu. Mercimek çorbası ve pilav üstü kuru fasulye söyledi adam ama aklı işkembe çorbasında kalmıştı, yemekten sonra toplantıya gideceği için “bir başka sefere” diye geçirdi içinden, tabi olursa… garson peçeteye sardığı kaşık ve çatalı getirdi, biraz sonra da elinde bir tepsiyle siparişleri getirip adamın önüne koydu. Tam yerine geçiyordu ki geriye dönerek “içecek olarak ne vereyim” dedi. Adam sakin bir tavırla, kalsın işareti yaparak garsonu yolladı. Adam çorbasını yudumlarken kapıdan içeriye sakalına karlar düşmüş, takkesi kafasında biraz yanlamış, alın çizgileri yılların sırrını, gözlerinin altı hayatın yasını saklayan bir dede girdi. Garsona ve ustaya selam veren dede adamın masasına doğru yöneldi ve “oturabilir miyim genç, müsaade var mıdır bu garibana?” dedi. Adam birden doğruldu, elbisesini düzeltti “tabi dede buyur ne demek” dedi. Dede tahta sandalyeyi yavaşça kaldırarak çekmiş ve masaya yerleşmiş. Aradan bir dakika geçmedi ki garson dedeye bir pilav üstü kuru fasulye ve mercimek çorbası getirdi. Adam merakına yenik düşerek dedeye “buralara çok gelir gidersin herhalde dede adın nedir?” dedi. Dede tartan bakışlarla adama baktı, adamın kıyafetini sümesi bittikten sonra “ben hacıyım, buraya da ilk gelişim” dedi. Adam hacı dedenin kendisiyle dalga geçtiğini düşünmeye başladı zira buraya ilk gelişiyse sipariş bile vermeden garson yemekleri niye masaya getirsin ki?
İnsan beşer, beşer merak eder, sual akla düşünce, işlemez dile ne ar ne teber.(MYL)
Adam alaycı bir tavırla “Hacı dede madem ilk gelişindir garson ne yiyeceğini nereden bildi?” Hacı dede bıyığıyla sakalı arasından hafifçe tebessüm ettikten sonra “öyle ya benim buraya ilk gelişimdir garsonu ilk görüşüm değil.” dedi. Adam yine hiçbir şey anlamamış ve bu durum giderek damarına dokunmaya başlamıştı.
Okudum bildim deme, çok taat kıldım deme, eğer Hak bilmezsen, abes yere gelmektir.(ilim ilim bilmektir, Yunus Emre)
Adam merakına yenik düşerelk tekrar sordu: Hacı dede sen kaç yaşındasın? Hacı dede “bir ömür yaşındayım genç” dedi.
Bir ömrü hülya bilen, bir günü çok görür, mal ile aşk eden, bir ömrü yok görür.(MYL)
Adam artık hırsına yenik düşmüştü. Kendisi gibi okumuş, iş sahibi olmuş, hatta yarın hayallerine kavuşacak birisi, nasıl olurda bu yaşlı adamın lafları altında ezilebilirdi? Altta kalmamaya karar verdi ve sorularını bu sefer arka arkaya sıralamaya başladı.
- Hacı dede anladım bir ömür yaşındasın da bu ömür ne kadar sürdü?
- Bu ömür bir örümceğin ağ örmesi kadar sürdü genç.
- Yani bitmek bilmedi desene. Şu yalan dünyada yok yere yaşayıp duruyoruz işte.
- Olur mu hiç öyle şey örümcek, ördüğü ağın ehemmiyetince hareket eder. Benim ömrüm bir andır o da şu andır.
Adam bu konuşmalar üzerine içinde biriken isyanı bastıramaz oldu.
Gönül isterse göz görülecek şeylere bakar, gönül isterse göz manaya bakar.(MYL)
Adam, açtı ağzını yumdu gözünü “Be ihtiyar buraya daha önce gelmedim dersin herkes seni tanır, ömür dersin an dersin bir ayağın çukurdadır, hadi sen bir anlıksın, görmez misin şu lokanta en az iki yüz yaşındadır. Durmadan lafı çeviriyorsun. Sen buraya benimle alay etmeye mi geldin sohbet etmeye mi geldin?” Hacı dede karşısında çaresizce çırpınan adamı görünce başladı anlatmaya: Sana kalsa bu lokanta eskidir, Ulu Cami eskidir, Kapalı Çarşı eskidir ama insan için eski nedir ki? İnsan için zaman nedir ki? Sen saate bakarsın zaman geçiyor dersin, aynaya bakarsın ben ihtiyarlıyorum dersin, güneşe bakarsın gün bitti dersin. Biz insanız genç sürekli bir şeyleri anlamlandırmaya ve ölçmeye çalışırız oysaki şu kolona zaman işler mi hiç. Zaman aklın oyuncağıdır. İnsan geçmişe bakar bütün hatalarını, yanlışların görür, hüzünlenir; geleceğe bakar hayallerini, gelecek mutlu günleri görür, dalar gider. İnsan bir tek yaşadığı ana bakmaz. Geçmişteki hatadan ders çıkarıp gelecekteki hayallere ulaşacak tek güç şu anın gücüdür. Oturduğumdan beri bana soru sorarsın, sorularının tamamı geçmişle alakalıdır ne vardır da bu geçmişi bu kadar kurcalarsın?
Adam “Geçmiş hayattır dede ben buraya kadar geçmişimle ve geçmişimde savaşarak geldim her yaptığım işimde onu yerin dibine bir kat daha gömerek geldim. Şimdi sen bana gelmiş anı yaşa diyorsun. Var git işine dede, beni buraya getiren geçmişim ileri götürecek olan da geçmişim olacak.” Hacı dede yarım ağız gülümsedi “seni buraya getiren geçmişin değil seni buraya getiren yaşadığın anlarda yaptığın hareketlerindir. Sen geçmişte yaşarsın, unutma eğer böyle yaşamaya devam edersen geçmişin seni yine geçmişine götürür, üstelik her an yine orada yaşamaya mahrum kalırsın.” Hacı dede tabağını sıyırdı ve adamında yemeğini bitirdiğini farkedince yavaş yavaş oturduğu yerden ayaklanmaya başladı. “ Hadi kalkalım o vakit, zaten sende benden sıkıldın. Hem senin yapacak çok mühim işlerin olmalı, bu vakitte bu takımla ortalıkta dolandığına göre.” Adam söylediklerine mahcup olmuş bir tavırla “Estağfurullah hacı dede, kusura bakma seni kırdıysam hadi varalım gidelim yolumuza. Doğru benimde yapacak çok önemli bir işim var.” Adam saatine baktı, daha bir saati daha var geze geze giderim diye geçirdi aklından. Adam hacı amcanın hesabını da büyük bir gururla ödedi ve ikisi birlikte kapıya yönelmiş tam çıkacaklarken adamın biri kendilerine doğru koşarak geliyordu. Adam geldi, hacı dedenin elini öptü ve kendisine uzun uzun bakmaya başladı… Adam olanlara hiçbir anlam veremezken hacı dede söze girdi. “ bu ermiş yavlak abdaldır.” “Estağfurullah” diyerek boyun eğdi yavlak. Hacı dede sözüne devam etti “Yavlak Abdal akıl sarhoşudur, senin gibi zamanı ve aklı kendine iş edinmez.” Dedi gülümseyerek. Yavlak Abdal adama baktı, neşeli bir kahkaha attıktan sonra adamı kolundan tutarak konuşmaya başladı “akıl akıl gel peşime takıl, akıl akıl gel peşime takıl…” Adam bir anda irkildi ve ne yapacağını bilemedi, Yavlak Abdaldan kolunu kurtardı ve hacı dedeye baktı. Hacı dede başını onaylar şekilde salladı “Yavlak Abdal seni bir yere götürmek ister genç, vaktin ve sabrın varsa eşlik edesin” Adam şaşırdı bu deli kimdir, nereden gelmiştir, bana bir kötülüğü dokunur mu diye aklından geçirmeye başladı. Yarım dakika sonra hacı dedenin kulağına eğilerek “Dede bu adamla gitmek güvenli mi, başıma bir dert gelmesin sonra? Bir saat sonra da çok önemli bir toplantım var bu deli bana bir sıkıntı çıkarır mı?” diye sordu. Hacı dede “Yavlak abdal kötü nedir iyi nedir, geçmiş nedir gelecek nedir bilmez. Onun tek derdi kaybolmuşlara yol göstermektir. Senin de zamanın varsa peşine takılasın bu aşk sarhoşu belki sana zamanın çıkış kapısını gösterir.”
Adam bir saatine baktı, bir de deliye… Zamanı olduğunu görünce bu delinin peşine takılmaya karar verdi ne kaybedebilirim diye geçirdi içinden.
今
Yorumlar